Haberci
New member
YEDİ KRALLIK'IN KADERİ
Buzun ve Ateşin Ötesinde
GİRİŞ: KÜLLERDEN YENİDEN DOĞUŞ
Kış nihayet geldi ve gitti. Uzun Gece'nin ardından Westeros'un üzerine çöken karanlık, Ak Gezenlerin yenilgisiyle sona ermiş, insanlar güneşin tekrar parlamasını kutluyordu. Hayatta kalanlar, acılarını ve kayıplarını sarmak için bir araya gelmişti. Ancak barış, Yedi Krallık'ta hiçbir zaman uzun sürmez. Eski düşmanlıklar yeniden alevlenirken, daha önce bilinmeyen, kadim güçler uyanmaya başlamıştı.
Kral'ın Şehri'nin enkazının üzerinde yeni bir düzen kuruluyordu. Bran Kırık'ın tahta geçişiyle Yedi Krallık artık Altı Krallık olmuş, Kuzey bağımsızlığını kazanmıştı. King's Landing'de her gün yeni binalar yükseliyor, Ejderha Çukuru tekrar inşa ediliyor, ancak bu kez kitaplar ve bilgelik için bir merkez olarak tasarlanıyordu.
Tyrion Lannister, El olarak görevine devam ederken, ilk yıllar boyunca gücünü pekiştirmek için çabalıyordu. Bronn, Highgarden Lordu olarak zenginliğin tadını çıkarıyor, Ser Davos denizlere açılıp Altı Krallık için ticaret yolları arıyordu. Ser Brienne, Kral Muhafızları'nın başındaydı, yanında sadık emir eri Pod ile. Sam ise Grand Maester olarak tüm bilgi birikimini genç nesillere aktarmak için uğraşıyordu.
Kuzeyde, Kraliçe Sansa Stark, bağımsız krallığını sağlam temeller üzerine inşa etmeye başlamıştı. Winterfell, eskisinden daha güçlü restore edilmiş, duvarlarının ardında yeni bir medeniyet filizlenmeye başlamıştı. Kuzey halkı, ona "Kızıl Kurt" adını vermişti - hem saçlarının rengi hem de siyasetteki keskin zekâsı için.
Duvar'ın ötesinde, Jon Snow yabanillerle birlikte yeni bir hayat kurmuştu. Artık onların lideri olarak anılıyor, Ghost her zaman yanında, Yaban Toprakları'nın sert koşullarına adapte olmuş bir şekilde yaşıyordu. Zamanla, Jon Snow adı Kuzey'de efsaneleşirken, kendisi Gece Nöbetçileri tarafından "Gerçek Kuzey'in Kralı" olarak anılmaya başlamıştı.
Arya Stark ise Westeros'un bilinen haritasını aşıp, batıya doğru yelken açmıştı. Nemo'nun Hançeri adını verdiği gemisiyle bilinmeyene doğru ilerlerken, Demir Adalılardan öğrendiği denizcilik bilgilerini kullanıyordu. Kimse onun hakkında bir haber alamamıştı... şimdilik.
Ve uzaklarda, doğuda, küllerden bir ejderha yükselmişti. Drogon, efendisinin cansız bedenini Volantis'teki bir tapınağa taşımış, orada beklenmedik bir karşılaşma yaşanmıştı.
GELİŞME: YENİ TEHDİTLER, ESKİ KEHANETLİ
BRAN'IN VİZYONU
Maester Wolkan, Kuzey Kraliçesi Sansa'nın huzuruna endişeli bir ifadeyle girdi.
"Majesteleri, Uzak Kuzey'den haberci geldi," dedi eğilerek. "Vadilerde garip ateşler görüldüğünü söylüyor. Ayrıca Winterfell'deki ağaç dallarından kan damladığına dair söylentiler var."
Sansa, pencereden dışarı bakarken, "Kardeşim hakkında haber var mı?" diye sordu.
"Kral Bran mı, yoksa Jon Snow mu, Majesteleri?"
"İkisi de," dedi Sansa.
"Kral Bran, bir kuğun göndererek sizinle King's Landing'de buluşmak istediğini belirtti. Jon Snow ise... Kuzey'de tuhaf hareketlilikler olduğunu bildirdi. Yabanilerin köyleri boşaltılmış, sanki bir şeyden kaçıyorlarmış gibi güneye iniyorlar."
Sansa düşünceli bir şekilde, "Ak Gezenler yok edildi," diye mırıldandı. "Gece Kralı öldü. Daha kötü ne olabilir ki?"
King's Landing'de, Bran Stark'ın bedeni giderek zayıflarken, zihni daha da güçleniyordu. Günlerini giderek daha fazla ak gözlerle, kuzgunun kanatlarında geçiriyordu. Tyrion Lannister'ın içindeki şüphe büyüyordu - gerçekten kimin hizmetindeydi? Üç Gözlü Kuzgun'un amacı neydi ve neden dünyayı korumak için en güçlü pozisyona ihtiyaç duymuştu?
"Kanatlarımın altında uçan şeyleri görüyorum, Lord Tyrion," dedi Bran bir gün, gözleri yavaşça beyazdan kahverengiye dönerken. "Denizin ötesinde, unutulmuş topraklarda bir şey uyanıyor."
"Ne tür bir şey, Majesteleri?" diye sordu Tyrion.
"Kadim bir güç," dedi Bran. "Ejderhalardan daha eski, Ak Gezenlerden bile daha eski. Dünyanın ilk çocuklarından bile önce var olan bir şey."
Tyrion şarabından büyük bir yudum aldı. "Ve bu tehlike teşkil ediyor, öyle değil mi?"
"Her şey tehlike teşkil eder, Lord Tyrion. Bilgi en büyük tehlikedir. Ve ben çok şey biliyorum."
O gece, Küçük Konsey toplantısında, Tyrion endişelerini dile getirdi. "Kral giderek daha fazla zaman harcıyor... başka yerlerde."
Ser Davos, "Belki de görmesi gereken şeyler vardır," diye karşıladı.
"Ya da," dedi Bronn, ayaklarını masaya uzatırken, "belki de bedenini terk edip gitmek istiyor. Lanet olsun, ben olsam ben de öyle yapardım."
"Önemli olan şu," dedi Tyrion, "Kral bir şeyler biliyor ve bize söylemiyor. Ve ben bunun iyi bir işaret olduğunu düşünmüyorum."
DENİZİN ÖTESİNDE YAŞAM
Denizin ötesinde, gümüşi saçlı bir kadın karanlık sular üzerinde gözlerini açtı. Son anısı, Jon Snow'un hançerinin kalbine saplanışıydı.
"Drogon," fısıldadı Daenerys Targaryen, nefes alırken tuzlu suyu öksürerek. "Beni nereye getirdin?"
Kendini Volantis'te, Kırmızı Tapınak'ta bulmuştu. Çevresinde kırmızı cüppeli rahibeler vardı, hepsi ona bakıyordu. Önündeki kadın, "Işık Lordu seni geri getirdi, Daenerys Stormborn," dedi. "Sen Azor Ahai'sin, yeniden doğan kahraman."
Daenerys doğruldu, "Ben kahraman değilim," dedi. "Ben... ben King's Landing'i yaktım. Masum insanları öldürdüm."
"Ejderha ateşi arındırır," dedi kadın. "Ve sen bir kez daha arınmalısın. Gerçek düşman şimdi geliyor."
Kinvara olarak tanıtılan Baş Rahibe, Daenerys'e kadim bir kehanetten bahsetti - Uzun Gece'nin sadece bir başlangıç olduğundan, asıl karanlığın henüz gelmediğinden. Drogon'un onu buraya getirmesinin bir sebebi vardı.
"Ateş seni öldüremez," dedi Kinvara. "Ama geleceği yakabilir."
Daenerys, aylarca Kırmızı Tapınak'ta kaldı, yaralarını sardı, zihnini temizledi. Artık tahta, güce veya intikama değil, bir zamanlar olduğu kişiye - zincirleri kırana, masumları korumak isteyene dönüşmeye odaklanmıştı. Drogon ona sadıktı, büyümeye devam ediyordu. Ve söylentilere göre, doğuda, Asya'nın Gölgeli Toprakları'nda daha fazla ejderha yumurtası bulunmuştu.
UZAK BATIDA KEŞİF
Arya Stark batıya yelken açarken, bilinmeyen dünyalara, henüz hiçbir Westeroslu'nun görmediği topraklara uzanıyordu. Fırtınalar gemisini sarsmış, tayfasının çoğunu yok etmişti. Ancak Arya Stark ölümün yüzünü tanımakla kalmamış, onu reddetmeyi de öğrenmişti.
Parçalanmış gemisinin enkazında, alacakaranlıkta uzakta bir kara parçası seçebildi. Yeni bir kıta. İçinde, binlerce yıldır uyuyan kadim bir gücün nabzını hissetti. Karaya ayak bastığında, kendisini tuhaf bir medeniyetle karşı karşıya buldu - beyaz saçlı, mavi derili insanlar, yıldızlara tapan, denizden gelenlerin döneceğine dair kadim bir kehaneti olan bir halk.
"Sen yıldızlardan düşen kız mısın?" diye sordu yaşlı bir şaman, Arya'ya yaklaşırken.
"Ben sadece batıya gitmek isteyen bir kızım," dedi Arya.
"Batı doğuya açılır," dedi yaşlı adam. "Dünya yuvarlaktır. Westeros'tan yeterince batıya gidersen, Essos'un ötesine varırsın."
Arya şaşkınlıkla başını salladı, "Bu imkânsız..."
"İmkânsız değil," dedi adam. "Atalarımız doğudan geldi, görüyorsun. Essos'un en doğusundan. Biz onların torunlarıyız."
Arya, bu yeni kıtada aylar geçirdi, dili öğrendi, kültürlerini tanıdı. Ancak bir gün, yerliler gökyüzünde tuhaf bir değişim fark ettiler. Yıldızlar yer değiştiriyordu. Geceler uzuyordu. Ve denizin derinliklerinden, kadim bir ses yükselmeye başlamıştı.
"Bu başlıyor," dedi yaşlı şaman. "Bizim Uzun Gecemiz. Senin dünyan buna hazır değil, Arya Stark."
KUZEY'İN SIRLARI
"Kara kanat, kara haber," dedi Jon Snow, Duvar'ın ötesinde yabanillerle yaşarken. Başparmağına konan kuzguna baktı; gagasında bir not taşıyordu, mumla mühürlenmiş, üzerinde Stark'ların kurt başı damgasını taşıyan.
"Kış geri dönüyor, kardeşim," diye yazıyordu Sansa. "Ve bu sefer sadece Ak Gezenler değil."
Jon, Tormund'a döndü. "Sansa beni King's Landing'e çağırıyor. Bran görmüş... bir şey geliyor."
Tormund kaşlarını çattı. "Biz de bir şeyler gördük, Jon Snow. Mance Rayder'ın zamanında yabaniller Duvar'a akın ettiğinde, sadece Ak Gezenlerden kaçmıyorduk. Daha derin, daha karanlık bir şey vardı ormanların arasında."
"Ne gibi?"
"Işık yiyiciler," dedi Tormund. "Gölgeler. Hayaletler. Her ne isen, ismine bakmaksızın, bizi içeriden tüketiyordu."
Jon, Ghost'un yanında Winterfell'e doğru yola çıktı. Yolculuğu boyunca, Kuzey'de tuhaf olaylar fark etti. Kar yağıyordu - kışın ortasında olmamasına rağmen. Ağaçlar fısıldıyor gibiydi. Ve gece, ormanın derinliklerinden gelen sesler, ne kurt ne de ayı sesi değildi.
Winterfell'e vardığında, Sansa onu büyük kapıda karşıladı. Sarıldılar, ancak Jon kardeşinin yüzündeki endişeyi görebiliyordu.
"Bran geldi mi?" diye sordu Jon.
"Hayır," dedi Sansa. "Ama Serbest Halk'ın kalanları geldi. Duvar'ın kuzeyinde yaşayan herkes şimdi burada, Winterfell'de."
"Neden?"
"Çünkü," dedi Sansa, "Onların yaşadığı topraklar artık var değil. Kuzeydeki tüm topraklar... görünmez olmuş."