Özel Yazarlar Topluluğu

Yazar Forumları, kar amacı gütmeyen bir topluluk tarafından yönetilen bir bilgi alışveriş ortamıdır. Her yetenekten yazar ve şaire, çalışmalarını diğer yazar ve sanatçılarla paylaşma ve iletişim kurma konusunda sınırsız bir fırsat sağlıyoruz.

Game Of Thrones 9. Sezon

Haberci

New member

YEDİ KRALLIK'IN KADERİ​


Buzun ve Ateşin Ötesinde​


GİRİŞ: KÜLLERDEN YENİDEN DOĞUŞ​


Kış nihayet geldi ve gitti. Uzun Gece'nin ardından Westeros'un üzerine çöken karanlık, Ak Gezenlerin yenilgisiyle sona ermiş, insanlar güneşin tekrar parlamasını kutluyordu. Hayatta kalanlar, acılarını ve kayıplarını sarmak için bir araya gelmişti. Ancak barış, Yedi Krallık'ta hiçbir zaman uzun sürmez. Eski düşmanlıklar yeniden alevlenirken, daha önce bilinmeyen, kadim güçler uyanmaya başlamıştı.


Kral'ın Şehri'nin enkazının üzerinde yeni bir düzen kuruluyordu. Bran Kırık'ın tahta geçişiyle Yedi Krallık artık Altı Krallık olmuş, Kuzey bağımsızlığını kazanmıştı. King's Landing'de her gün yeni binalar yükseliyor, Ejderha Çukuru tekrar inşa ediliyor, ancak bu kez kitaplar ve bilgelik için bir merkez olarak tasarlanıyordu.


Tyrion Lannister, El olarak görevine devam ederken, ilk yıllar boyunca gücünü pekiştirmek için çabalıyordu. Bronn, Highgarden Lordu olarak zenginliğin tadını çıkarıyor, Ser Davos denizlere açılıp Altı Krallık için ticaret yolları arıyordu. Ser Brienne, Kral Muhafızları'nın başındaydı, yanında sadık emir eri Pod ile. Sam ise Grand Maester olarak tüm bilgi birikimini genç nesillere aktarmak için uğraşıyordu.


Kuzeyde, Kraliçe Sansa Stark, bağımsız krallığını sağlam temeller üzerine inşa etmeye başlamıştı. Winterfell, eskisinden daha güçlü restore edilmiş, duvarlarının ardında yeni bir medeniyet filizlenmeye başlamıştı. Kuzey halkı, ona "Kızıl Kurt" adını vermişti - hem saçlarının rengi hem de siyasetteki keskin zekâsı için.


Duvar'ın ötesinde, Jon Snow yabanillerle birlikte yeni bir hayat kurmuştu. Artık onların lideri olarak anılıyor, Ghost her zaman yanında, Yaban Toprakları'nın sert koşullarına adapte olmuş bir şekilde yaşıyordu. Zamanla, Jon Snow adı Kuzey'de efsaneleşirken, kendisi Gece Nöbetçileri tarafından "Gerçek Kuzey'in Kralı" olarak anılmaya başlamıştı.


Arya Stark ise Westeros'un bilinen haritasını aşıp, batıya doğru yelken açmıştı. Nemo'nun Hançeri adını verdiği gemisiyle bilinmeyene doğru ilerlerken, Demir Adalılardan öğrendiği denizcilik bilgilerini kullanıyordu. Kimse onun hakkında bir haber alamamıştı... şimdilik.


Ve uzaklarda, doğuda, küllerden bir ejderha yükselmişti. Drogon, efendisinin cansız bedenini Volantis'teki bir tapınağa taşımış, orada beklenmedik bir karşılaşma yaşanmıştı.


GELİŞME: YENİ TEHDİTLER, ESKİ KEHANETLİ​


BRAN'IN VİZYONU​


Maester Wolkan, Kuzey Kraliçesi Sansa'nın huzuruna endişeli bir ifadeyle girdi.


"Majesteleri, Uzak Kuzey'den haberci geldi," dedi eğilerek. "Vadilerde garip ateşler görüldüğünü söylüyor. Ayrıca Winterfell'deki ağaç dallarından kan damladığına dair söylentiler var."


Sansa, pencereden dışarı bakarken, "Kardeşim hakkında haber var mı?" diye sordu.


"Kral Bran mı, yoksa Jon Snow mu, Majesteleri?"


"İkisi de," dedi Sansa.


"Kral Bran, bir kuğun göndererek sizinle King's Landing'de buluşmak istediğini belirtti. Jon Snow ise... Kuzey'de tuhaf hareketlilikler olduğunu bildirdi. Yabanilerin köyleri boşaltılmış, sanki bir şeyden kaçıyorlarmış gibi güneye iniyorlar."


Sansa düşünceli bir şekilde, "Ak Gezenler yok edildi," diye mırıldandı. "Gece Kralı öldü. Daha kötü ne olabilir ki?"


King's Landing'de, Bran Stark'ın bedeni giderek zayıflarken, zihni daha da güçleniyordu. Günlerini giderek daha fazla ak gözlerle, kuzgunun kanatlarında geçiriyordu. Tyrion Lannister'ın içindeki şüphe büyüyordu - gerçekten kimin hizmetindeydi? Üç Gözlü Kuzgun'un amacı neydi ve neden dünyayı korumak için en güçlü pozisyona ihtiyaç duymuştu?


"Kanatlarımın altında uçan şeyleri görüyorum, Lord Tyrion," dedi Bran bir gün, gözleri yavaşça beyazdan kahverengiye dönerken. "Denizin ötesinde, unutulmuş topraklarda bir şey uyanıyor."


"Ne tür bir şey, Majesteleri?" diye sordu Tyrion.


"Kadim bir güç," dedi Bran. "Ejderhalardan daha eski, Ak Gezenlerden bile daha eski. Dünyanın ilk çocuklarından bile önce var olan bir şey."


Tyrion şarabından büyük bir yudum aldı. "Ve bu tehlike teşkil ediyor, öyle değil mi?"


"Her şey tehlike teşkil eder, Lord Tyrion. Bilgi en büyük tehlikedir. Ve ben çok şey biliyorum."


O gece, Küçük Konsey toplantısında, Tyrion endişelerini dile getirdi. "Kral giderek daha fazla zaman harcıyor... başka yerlerde."


Ser Davos, "Belki de görmesi gereken şeyler vardır," diye karşıladı.


"Ya da," dedi Bronn, ayaklarını masaya uzatırken, "belki de bedenini terk edip gitmek istiyor. Lanet olsun, ben olsam ben de öyle yapardım."


"Önemli olan şu," dedi Tyrion, "Kral bir şeyler biliyor ve bize söylemiyor. Ve ben bunun iyi bir işaret olduğunu düşünmüyorum."


DENİZİN ÖTESİNDE YAŞAM​


Denizin ötesinde, gümüşi saçlı bir kadın karanlık sular üzerinde gözlerini açtı. Son anısı, Jon Snow'un hançerinin kalbine saplanışıydı.


"Drogon," fısıldadı Daenerys Targaryen, nefes alırken tuzlu suyu öksürerek. "Beni nereye getirdin?"


Kendini Volantis'te, Kırmızı Tapınak'ta bulmuştu. Çevresinde kırmızı cüppeli rahibeler vardı, hepsi ona bakıyordu. Önündeki kadın, "Işık Lordu seni geri getirdi, Daenerys Stormborn," dedi. "Sen Azor Ahai'sin, yeniden doğan kahraman."


Daenerys doğruldu, "Ben kahraman değilim," dedi. "Ben... ben King's Landing'i yaktım. Masum insanları öldürdüm."


"Ejderha ateşi arındırır," dedi kadın. "Ve sen bir kez daha arınmalısın. Gerçek düşman şimdi geliyor."


Kinvara olarak tanıtılan Baş Rahibe, Daenerys'e kadim bir kehanetten bahsetti - Uzun Gece'nin sadece bir başlangıç olduğundan, asıl karanlığın henüz gelmediğinden. Drogon'un onu buraya getirmesinin bir sebebi vardı.


"Ateş seni öldüremez," dedi Kinvara. "Ama geleceği yakabilir."


Daenerys, aylarca Kırmızı Tapınak'ta kaldı, yaralarını sardı, zihnini temizledi. Artık tahta, güce veya intikama değil, bir zamanlar olduğu kişiye - zincirleri kırana, masumları korumak isteyene dönüşmeye odaklanmıştı. Drogon ona sadıktı, büyümeye devam ediyordu. Ve söylentilere göre, doğuda, Asya'nın Gölgeli Toprakları'nda daha fazla ejderha yumurtası bulunmuştu.


UZAK BATIDA KEŞİF​


Arya Stark batıya yelken açarken, bilinmeyen dünyalara, henüz hiçbir Westeroslu'nun görmediği topraklara uzanıyordu. Fırtınalar gemisini sarsmış, tayfasının çoğunu yok etmişti. Ancak Arya Stark ölümün yüzünü tanımakla kalmamış, onu reddetmeyi de öğrenmişti.


Parçalanmış gemisinin enkazında, alacakaranlıkta uzakta bir kara parçası seçebildi. Yeni bir kıta. İçinde, binlerce yıldır uyuyan kadim bir gücün nabzını hissetti. Karaya ayak bastığında, kendisini tuhaf bir medeniyetle karşı karşıya buldu - beyaz saçlı, mavi derili insanlar, yıldızlara tapan, denizden gelenlerin döneceğine dair kadim bir kehaneti olan bir halk.


"Sen yıldızlardan düşen kız mısın?" diye sordu yaşlı bir şaman, Arya'ya yaklaşırken.


"Ben sadece batıya gitmek isteyen bir kızım," dedi Arya.


"Batı doğuya açılır," dedi yaşlı adam. "Dünya yuvarlaktır. Westeros'tan yeterince batıya gidersen, Essos'un ötesine varırsın."


Arya şaşkınlıkla başını salladı, "Bu imkânsız..."


"İmkânsız değil," dedi adam. "Atalarımız doğudan geldi, görüyorsun. Essos'un en doğusundan. Biz onların torunlarıyız."


Arya, bu yeni kıtada aylar geçirdi, dili öğrendi, kültürlerini tanıdı. Ancak bir gün, yerliler gökyüzünde tuhaf bir değişim fark ettiler. Yıldızlar yer değiştiriyordu. Geceler uzuyordu. Ve denizin derinliklerinden, kadim bir ses yükselmeye başlamıştı.


"Bu başlıyor," dedi yaşlı şaman. "Bizim Uzun Gecemiz. Senin dünyan buna hazır değil, Arya Stark."


KUZEY'İN SIRLARI​


"Kara kanat, kara haber," dedi Jon Snow, Duvar'ın ötesinde yabanillerle yaşarken. Başparmağına konan kuzguna baktı; gagasında bir not taşıyordu, mumla mühürlenmiş, üzerinde Stark'ların kurt başı damgasını taşıyan.


"Kış geri dönüyor, kardeşim," diye yazıyordu Sansa. "Ve bu sefer sadece Ak Gezenler değil."


Jon, Tormund'a döndü. "Sansa beni King's Landing'e çağırıyor. Bran görmüş... bir şey geliyor."


Tormund kaşlarını çattı. "Biz de bir şeyler gördük, Jon Snow. Mance Rayder'ın zamanında yabaniller Duvar'a akın ettiğinde, sadece Ak Gezenlerden kaçmıyorduk. Daha derin, daha karanlık bir şey vardı ormanların arasında."


"Ne gibi?"


"Işık yiyiciler," dedi Tormund. "Gölgeler. Hayaletler. Her ne isen, ismine bakmaksızın, bizi içeriden tüketiyordu."


Jon, Ghost'un yanında Winterfell'e doğru yola çıktı. Yolculuğu boyunca, Kuzey'de tuhaf olaylar fark etti. Kar yağıyordu - kışın ortasında olmamasına rağmen. Ağaçlar fısıldıyor gibiydi. Ve gece, ormanın derinliklerinden gelen sesler, ne kurt ne de ayı sesi değildi.


Winterfell'e vardığında, Sansa onu büyük kapıda karşıladı. Sarıldılar, ancak Jon kardeşinin yüzündeki endişeyi görebiliyordu.


"Bran geldi mi?" diye sordu Jon.


"Hayır," dedi Sansa. "Ama Serbest Halk'ın kalanları geldi. Duvar'ın kuzeyinde yaşayan herkes şimdi burada, Winterfell'de."


"Neden?"


"Çünkü," dedi Sansa, "Onların yaşadığı topraklar artık var değil. Kuzeydeki tüm topraklar... görünmez olmuş."
 

GELİŞME: GÖKYÜZÜNDEN DÜŞEN YILDIZLAR​


Bran Stark, Kral's Landing'den Winterfell'e doğru yola çıkarken, Tyrion onun yatak odasına girdi. Kral gittikten sonra, gizli bir araştırma yapmaya karar vermişti. Bran'ın odasında, eski kitaplar buldu - Citadel'den getirtilen, dünyanın başlangıcı hakkında yazılan metinler.


Bir sayfada, kadim bir çizim vardı - yıldızlar gökyüzünden düşüyor, denizler yükseliyor ve dünya değişiyordu. Altında Valyrian dilinde yazılan bir metin: "İlk Büyük Kış geldiğinde, yıldızlar düştü. İkinci Büyük Kış geldiğinde, denizler yükseldi. Üçüncü Büyük Kış geldiğinde, dünya uyanacak."


Ve uzun geceler boyunca, Westeros'taki insanlar gökyüzünde yıldızların garip hareketlerini fark etmeye başladılar. Düşen yıldızlar değildi bunlar - yükselen yıldızlardı. Ejderha yumurtalarının büyüklüğünde, gökyüzünden yere inip, derin çukurlar bırakarak gömülüyorlardı. Ve bu çukurlardan yükselen sesler, ne insana ne de bilinen herhangi bir yaratığa aitti.


Tyrion ve Bronn, King's Landing'in dışına düşen bir yıldızı incelemeye gittiler. Çukurun kenarına vardıklarında, Tyrion duraksadı.


"Ne oldu cüce?" diye sordu Bronn. "Korkuyor musun?"


"Evet," dedi Tyrion. "Ve sen de korkmalısın."


Çukurun içinde, pullu bir yumurta vardı - ancak ejderha yumurtası değildi bu. Daha büyük, daha eskiydi. Ve yüzeyinde, Tyrion'un daha önce görmediği bir yazı vardı - düz çizgiler ve daireler, anlamsız ancak bir şekilde hipnotize edici.


"Dokunmamalıyız," dedi Tyrion.


"Çok geç," dedi Bronn, elinde bir çubukla yumurtaya dokunurken. Yumurta titreşmeye başladı ve içinden siyah bir sıvı sızmaya başladı.


"Kaç!" diye bağırdı Tyrion, ancak Bronn zaten dönmüştü. Koşarlarken, arkalarında patlama sesi duydular. Dönüp baktıklarında, çukurdan karanlık bir bulut yükseliyordu - ancak duman değildi. Hareket ediyordu, uzanıyor ve şekil değiştiriyordu.


"Yüce yedi," diye fısıldadı Tyrion. "Bu bir istila."


GELİŞME: KADIM GÜÇLERİN BİRLEŞMESİ​


Winterfell'de, Stark kardeşler tekrar bir araya gelmişti - Bran, Sansa ve Jon. Bran'ın zihni artık neredeyse tamamen Üç Gözlü Kuzgun tarafından ele geçirilmişti. Haftalarca sessiz kaldıktan sonra, nihayet konuştu.


"İlk İnsanlar gelmeden önce," dedi Bran, "dünyada başka bir ırk yaşıyordu. Ne Çocuklar ne de Ak Gezenler kadar güçlü, ancak onlardan daha zeki. Yıldızlardan gelmişlerdi."


"Yıldızlardan mı?" diye sordu Sansa şüpheyle.


"Gökyüzünün ötesinden," dedi Bran. "Tıpkı şimdi döndükleri gibi."


Jon kaşlarını çattı. "Peki neden şimdi dönüyorlar?"


"Çünkü Uzun Gece bitti," dedi Bran. "Ak Gezenler yenildi. Dengede boşluk var - ve onlar bu boşluğu doldurmak için geliyorlar."


"Ve ne istiyorlar?" diye sordu Sansa.


"Dünyayı yeniden şekillendirmek," dedi Bran. "Kendi suretlerinde."


Bu sırada, Essos'ta Daenerys ordusuyla birlikte batıya doğru ilerliyordu. Artık sadece bir ejderhası yoktu - üç yeni ejderha yumurtası bulmuş, onları canlandırmıştı. Dört ejderhasıyla, Volantis'ten Pentos'a kadar olan toprakları özgürleştirmiş, köleliği tamamen ortadan kaldırmıştı.


Ancak amacı artık taht değildi - kadim bir tehdide karşı insanları korumaktı. Kinvara'nın kehanetleri gerçekleşiyordu. Gökyüzünden düşen yıldızlar, Essos'a da ulaşmış, tuhaf yaratıklar ortaya çıkmıştı - siyah dumandan oluşan varlıklar, insan formuna bürünebilen, zihinleri ele geçirebilen varlıklar.


"Onlar gölge insanlar," dedi Kinvara, Daenerys'e. "Işıktan nefret ederler. Karanlıkta yaşarlar. Ve şimdi bizim dünyamızı istiyorlar."


Daenerys başını salladı. "O zaman onlara ateş vereceğiz."


Batıya doğru ilerlerken, beklenmedik bir gemiyle karşılaştılar - Arya Stark'ın gemisiydi, uzak batı kıtasından dönüyordu. İki kadın, önce düşman olarak karşılaştı, ancak ortak düşmanları olduğunu anladıklarında, eski husumetleri bir kenara bıraktılar.


"Onlar yıldızların çocukları," dedi Arya. "Ve kehanetlerine göre, 'Buz ve Ateş birleştiğinde, yıldızlar yeniden yükselecek.'"


Daenerys düşünceli bir şekilde, "Buz ve Ateş," diye tekrarladı. "Jon Snow ve ben."


Arya başını salladı. "Evet. Ve eğer doğruysa, siz ikiniz birlikte onları durduracak tek kişilersiniz."


SONUÇ: YILDIZLARIN SAVAŞI​


Westeros'un tüm güçleri King's Landing'de bir araya geldi - Kuzey ordusu, Sansa'nın liderliğinde; Jon Snow ve yabaniller; Daenerys ve ejderhalarıyla birlikte özgürleştirdiği insanlar; Ve Bran Stark, Üç Gözlü Kuzgun'un tam gücüyle.


Tyrion Lannister, konsey odasında hepsini topladı. "Düşen yıldızlardan çıkan yaratıklar şimdi tüm krallıkta yayılıyor," dedi. "İnsan formuna bürünebiliyorlar. Aramızdan herhangi biri olabilirler."


"Onları nasıl tanıyabiliriz?" diye sordu Ser Davos.


"Ateşte yanmıyorlar," dedi Daenerys. "Ve soğukta donmuyorlar."


"Öyleyse," dedi Jon, "onları hem ateş hem buzla test etmeliyiz."


Testler başladı. Birçok lord ve leydi, aslında gölge varlıkları çıktı. Küçük Konsey'in yarısı ele geçirilmişti. Ve onlar tespit edildikçe, gerçek formlarına dönüşüyorlardı - siyah dumandan oluşan, insan şeklinde varlıklar.


Daenerys ejderhalarını kullanarak onları yok etmeye çalıştı, ancak ateş sadece geçici olarak onları dağıtıyordu. Jon, Ak Gezenlere karşı etkili olan Valyrian çeliğini denedi - ancak bu da tamamıyla etkili değildi.


"Onları nasıl yeneceğiz?" diye sordu Tyrion umutsuzca.


Bran, uzun bir sessizlikten sonra konuştu. "Onların kaynağına gitmemiz gerekiyor," dedi. "Gökyüzüne."


"Gökyüzüne mi?" dedi Jon şaşkınlıkla. "Nasıl?"


"Ejderhalarla," dedi Daenerys. "Ancak yeterince yüksek uçabilir miyiz bilmiyorum."


"Uçamazsınız," dedi Bran. "Ama ben sizi oraya götürebilirim. Zihinleriniz aracılığıyla."


Plan yapıldı. Bran, Jon ve Daenerys'i trans haline geçirecek, zihinlerini yıldızlara yönlendirecekti. Orada, gölge varlıkların kraliçesiyle yüzleşeceklerdi - kadim bir varlık, dünyaya gelmek için bekleyen.


Tören, eski bir ağaç altında gerçekleşti. Bran, Jon ve Daenerys'in ellerini tuttu. "Gözlerinizi kapatın," dedi. "Ve benimle gelin."


Zihinleri yıldızlara yükseldi. Orada, karanlıkta, devasa bir varlıkla karşılaştılar - binlerce göz, binlerce ağız, ancak tek bir zihinle.


"Siz kimsiniz?" diye sordu varlık.


"Ben Jon Snow, Kuzey'in oğluyum," dedi Jon.


"Ben Daenerys Targaryen, Fırtınaların Doğurduğu, Ejderhaların Annesi'yim," dedi Daenerys.


"Ve ben Brandon Stark, Üç Gözlü Kuzgun'um," dedi Bran. "Bu dünya bizim. Ve sen buraya ait değilsin."


Varlık gülümsedi - eğer o ifadeye gülümseme denebilirse. "Bu dünya bir zamanlar bizimdi," dedi. "Siz gelmeden önce. Ve şimdi geri alıyoruz."


Mücadele başladı - zihinsel bir savaş, üç insan ve kadim varlık arasında. Jon, Kuzey'in gücünü, Kış'ın soğuğunu getirdi. Daenerys, ejderhalarının ateşini, Targaryen kanının sıcaklığını. Ve Bran, tüm zamanların bilgeliğini, tüm varlıkların birliğini.


Varlık direndi, ancak Buz ve Ateş'in birleşimiyle zayıflamaya başladı. Son bir çabayla, üçünün zihinlerini ele geçirmeye çalıştı. Ancak Bran hazırlıklıydı. Jon ve Daenerys'i korumak için kendi zihnini feda etti.


Gökyüzünde parlak bir ışık patladı. Yıldızlar yerlerine döndü. Gölge varlıklar, duman gibi dağıldı.


Ve King's Landing'de, üç beden kıpırdandı. Jon ve Daenerys gözlerini açtı. Ancak Bran'ın gözleri sonsuza dek kapanmıştı.


EPİLOG: YENİ BİR BAŞLANGIÇ​


Mücadelenin ardından, Yedi Krallık yeniden inşa edilmeye başladı. Bran'ın ölümüyle, Jon Snow'a taht teklif edildi, ancak o reddetti. "Benim yerim Kuzey'de," dedi.


Tyrion, konseyi topladı. "Öyleyse kim yönetecek?"


"Belki de kimsenin yönetmemesi gerekiyor," dedi Sansa. "Belki de her krallık kendi kendini yönetmeli."


Ve böylece, Altı Krallık gerçekten altı ayrı krallık oldu - her biri bağımsız, ancak ortak bir konsey tarafından birleştirilmiş. Sansa Kuzey'i yönetmeye devam etti. Yara Greyjoy Demir Adaları'nı aldı. Gendry Baratheon, Storm's End'in lordu oldu. Robin Arryn, Vale'i yönetti. Edmure Tully, Riverlands'e hükmetti. Ve Dorne'un yeni prensi, kendi topraklarını bağımsız tuttu.


Jon Snow, Duvar'ın ötesine döndü - artık bir sürgün olarak değil, Gerçek Kuzey'in seçilmiş lideri olarak. Ghost her zaman yanındaydı, ve söylentilere göre, geceleri kurtların geri kalanı da ona katılıyordu.


Daenerys Targaryen, tahta olan iddiasından vazgeçti. Bunun yerine, Essos'a döndü, köleliği tamamen ortadan kaldırmak ve "Ejderhaların Diyarı" olarak bilinen yeni bir şehir kurmak için. Orada, ejderhalar tekrar gökyüzünde uçuyordu, ve insanlar özgürdü.


Arya Stark, keşif gezilerine devam etti - bazen batıya, bazen doğuya, bazen de kuzeye. Hiçbir zaman uzun süre bir yerde kalmadı, ancak zaman zaman Winterfell'e döner, kardeşi Sansa'yı ziyaret ederdi.


Ve Bran Stark'ın bedeni, Kuzey'deki ağaçların altına gömüldü. Ancak bazıları, geceleri kuzgunların hâlâ onun gözlerinden dünyayı izlediğini söylüyordu.


Tyrion Lannister, Küçük Konsey odasında kadeh kaldırırken, pencereden loş gökyüzüne baktı. "Ejderhalar oyunun sadece bir parçasıydı," dedi yavaşça. "Ve oyun hiçbir zaman gerçekten bitmez."
 

EPİLOG: YENİ BİR BAŞLANGIÇ (Devam)​


Çünkü Westeros'un insanları kadim bir gerçeği öğrenmişti - güç tahttan, ordudan veya ejderhalardan değil, birlikten geliyordu. Ve bu birlik, onları bekleyen daha büyük zorluklara karşı hazırlıklı kılıyordu.


On yıl geçti. Westeros yeniden toparlandı, şehirler yeniden inşa edildi, ticaret canlandı. Her krallık kendi yolunda gelişti, ancak ortak tehditler karşısında birleşmeyi öğrenmişlerdi. Büyük Konsey, yılda iki kez Harrenhal'de toplanmaya başladı - artık restore edilmiş ve lanetinden arındırılmış olan bu kadim kalede.


Sansa Stark, Kuzey'in Kraliçesi olarak, krallığını bölgenin en verimli ve en güçlü topraklarından biri haline getirmişti. Winterfell'in duvarları genişlemiş, etrafında yeni bir şehir yükselmişti. Kuzey ticareti gelişmiş, Demir Adalar ve Özgür Şehirler'le yeni ticaret rotaları kurulmuştu. Artık "Kızıl Kurt" olarak anılmıyor, "Bilge Kraliçe" olarak saygı görüyordu.


Jon Snow, Gerçek Kuzey'de yabanilleri birleştirmişti. Mance Rayder'ın başlattığı işi tamamlayarak, eski düşman klanları tek bir bayrak altında toplamıştı. Beyond-the-Wall artık vahşi bir toprak değil, sert ancak bolluk içinde yaşayan insanların yurduydu. Jon, yılda bir kez Winterfell'i ziyaret ederdi, Sansa'yla buluşmak ve eski anıları tazelemek için. Giderek Ned Stark'a benziyordu – saçlarında beyazlar, gözlerinde ağırbaşlı bir bilgelik.


"Nasılsın, Jon?" diye sordu Sansa bir ziyareti sırasında, Winterfell'in bahçesinde yürürlerken.


"İyiyim," dedi Jon, eskiden olduğu gibi kısa cevaplarıyla. "İnsanlarım mutlu, barış içinde. Daha ne isteyebilirim ki?"


Sansa gülümsedi. "Hiç pişman mısın? Tahtı reddettiğin için?"


Jon düşünceli bir şekilde eski kalın karın kapladığı bahçeye baktı. "Hayır. Ben hiçbir zaman kral olmak istemedim. Ve şimdi... şimdi özgürüm."


Daenerys Targaryen, Essos'taki yeni şehrini inşa etmiş, "Zincir Kıran" olarak anılmaya devam ediyordu. Ancak artık "Ejderhaların Annesi" unvanına "Yıldız Savaşçısı" da eklenmişti. Şehri Meereen ile Volantis arasında, denize yakın bir yerde kurulmuştu – ejderhaların uçması için geniş alanlar, özgürlüğe kavuşmuş köleler için evler ve zanaat atölyeleri içeriyordu. Şehrin ortasında, kadim bir Valyrian tapınağının yeniden inşa edilmiş hali yükseliyordu – ancak bu kez, Işık Lordu R'hllor'a değil, tüm insanlığın birliğine adanmıştı.


Daenerys'in ejderhaları büyümeye devam etmiş, dördü de devasa boyutlara ulaşmıştı. Drogon, tüm ejderhaların içinde en büyüğü olarak kalmıştı, kanatları açıldığında bir şehri gölgeleyebilecek kadar genişti. Yeni ejderhalar – Jorah, Missandei ve Rhaego olarak adlandırılmışlardı – daha küçüktü, ancak yine de dehşet vericiydi. Onun gözetimi altında, Valyrian büyücüleri yeniden belirmiş, kayıp büyüleri yeniden keşfetmeye başlamışlardı – ancak bu kez, esaret ve fetih için değil, koruma ve iyileştirme için.


"Majesteleri," dedi Kinvara bir gün, Daenerys'in tahtına yaklaşarak. "Kızıl Tapınak'tan haberler var. Westeros'ta yeni bir tehdit yükseliyor."


Daenerys dikleşti. "Ne tür bir tehdit?"


"Yedi Krallık'tan gelen kuzenlerimiz haber gönderdiler – deniz yükseliyor. Kıyılar boğuluyor. Ve sular... canlı gibi hareket ediyormuş."


Daenerys pencereden dışarı, şehrinin üzerinde süzülen ejderhalara baktı. "Öyleyse," dedi, "Büyük Kış'ın ikinci aşaması başlıyor. Denizler yükseliyor."


Arya Stark, keşiflerine devam etmişti. Batı kıtasının ötesinde, daha fazla toprak keşfetmiş, daha fazla insan ve kültür tanımıştı. Ancak her zaman, ona eşlik eden yaşlı şamanın kehanetini hatırlıyordu: "Dünyanın sonunda bile, döngü devam eder."


Son keşfinden dönerken, Kardeşlik Adaları olarak bilinen, Özgür Şehirler'in batısında keşfettiği küçük adalar zincirini ziyaret etmeye karar verdi. Orada, şaşırtıcı bir karşılaşma yaşadı – Jaqen H'ghar'la tekrar karşılaştı.


"Bir kız geri döndü," dedi Jaqen, her zamanki gibi sıcak bir gülümsemeyle, sanki dün ayrılmışlar gibi.


"Nasıl beni bulduğunu sormayacağım," dedi Arya, kılıcını sıkıca kavrayarak.


"Bir adam bulmadı," dedi Jaqen. "Bir kız buldu. Çünkü zamanı geldi."


"Neyin zamanı?"


"Çok Yüzlü Tanrı'nın son hediyesini vermesinin zamanı," dedi Jaqen. "Deniz yükseliyor, Arya Stark. Ve onunla birlikte, ölümden daha büyük bir tehdit geliyor."


King's Landing'de, Tyrion Lannister El sarayını yönetiyordu. Büyük Konsey'in başı olarak, altı krallık arasındaki anlaşmazlıkları çözüyor, ticareti düzenliyor ve ortak savunma stratejileri geliştiriyordu. Yanında Ser Davos ve Ser Brienne, güvenilir danışmanları olarak hizmet ediyordu.


"Lord Tyrion," dedi Ser Davos bir sabah, konsey odasına aceleyle girerek. "Kıyı birlikleri acil bir mesaj gönderdi. Deniz seviyesi aniden yükselmiş. Storm's End ve Dragonstone'un alt seviyeleri sular altında kalmış."


Tyrion kaşlarını çattı. "Bu mümkün değil. Bu kadar hızlı bir yükselme..."


"Dahası var," dedi Ser Brienne, arkadan gelirken. "Balıkçılar garip yaratıklar gördüklerini bildiriyorlar – ne balık ne insan, ancak ikisinin de özelliklerini taşıyan varlıklar."


Tyrion derin bir nefes aldı. "Öyleyse Bran haklıydı. İkinci Büyük Kış geldi. Denizler yükseliyor."


Grand Maester Tarly aceleyle içeri girdi, elinde kadim bir kitapla. "Lord Tyrion, eski metinlerde bir şey buldum – Üç Büyük Kış hakkında. İlki Ak Gezenlerle geldi, ikincisi denizin yükselişiyle gelecek, ve üçüncüsü... dünyanın uyanışıyla."


"Bu ne anlama geliyor, Sam?" diye sordu Tyrion.


"Bilmiyorum," dedi Sam. "Ama denizin yükselişinden bahseden bölümde, sular altındaki bir krallıktan söz ediyor – kadim zamanlarda batan, ancak bir gün tekrar yükseleceği söylenen bir krallık."


"Valyria mı?" diye sordu Ser Davos.


"Hayır," dedi Sam. "Daha eski. Valyria'dan bile eski. Metinde 'Denizin Derinliklerindeki Taht' olarak geçiyor."


Tyrion, pencerenin önündeki şarabını bir dikişte bitirdi. "Tüm krallıklara haber gönderin," dedi. "Büyük Konsey'i toplayın. Ve... Daenerys Targaryen'e haber gönderin. Onun ejderhalarına ihtiyacımız olacak."


O gece, King's Landing'in limanında, sular aniden çekildi. Deniz, kilometrelerce geriye çekilmiş, okyanusun tabanı açığa çıkmıştı. Ve açığa çıkan zeminde, kadim bir şehrin kalıntıları görülüyordu – mermer sütunlar, altın kubbeler, ve merkezinde, yüzeye doğru yükselen devasa bir kule.


"Yedi bizi korusun," diye fısıldadı Ser Davos, limandan izlerken. "Bu bir felaket."


"Hayır," dedi Tyrion, gözleri kuleye kilitlenmiş halde. "Bu bir başlangıç."

Büyük Konsey, Harrenhal'de acil olarak toplandı. Tüm krallar ve kraliçeler hazır bulunuyordu: Sansa Stark, Kuzey'in Kraliçesi; Yara Greyjoy, Demir Adaları'nın Kraliçesi; Gendry Baratheon, Storm's End Lordu; Robin Arryn, Vale'in Lordu; Edmure Tully, Riverlands'in Lordu; ve Dorne'un yeni prensi. Jon Snow da, Gerçek Kuzey'in temsilcisi olarak çağrılmıştı. Ve son olarak, herkesin şaşkınlığına, Daenerys Targaryen da gelmişti – ejderhalarıyla birlikte, konseyin üzerinde uçarak güçlü bir giriş yapmıştı.


"On yıl önce," dedi Tyrion, konseyi açarken, "birlikte Büyük Karanlık'a karşı savaştık. Yıldızlardan gelen varlıklara karşı savaştık. Ve kazandık. Şimdi, farklı bir tehdit yükseliyor – denizden gelen bir tehdit."
 
Konsey üyeleri, denizin yükselişi ve King's Landing'in açıklarında yükselen kadim şehir hakkında bilgilendirildi. Grand Maester Tarly, buldukları eski metinleri paylaştı.


"Metinlere göre," dedi Sam, "bu şehir Rhoynar'dan bile önce, Valyria'dan bile önce vardı. İlk İnsanlar'dan önce. 'Denizin Derinliklerindeki Taht' olarak biliniyor, ve onu yöneten... Deniz Kraliçesi."


"Deniz Kraliçesi mi?" diye sordu Sansa şüpheyle. "Bir efsane gibi geliyor."


"Ak Gezenler de bir efsaneydi," dedi Jon ciddiyetle. "Ejderhalar da. Bize göre efsane olan şeyler, zamanında gerçekti."


"Metinler daha fazlasını söylüyor," dedi Sam. "Deniz Kraliçesi, suyun kendisini kontrol edebilir. Bütün okyanusları. Ve amacı... kara topraklarını geri almak."


"Geri almak mı?" diye sordu Yara Greyjoy. "Yani, bir zamanlar tüm dünya su altında mıydı?"


"Kadim zamanlarda," dedi Sam, "evet. Dünya su altındaydı. Ve Deniz Kraliçesi, suların çekilmesinden ve karaların yükselmesinden önce hüküm sürüyordu."


"Peki ne oldu?" diye sordu Gendry.


"İlk Büyük Kış," dedi Sam. "Yıldızlar düştü, dünya soğudu, ve sular çekildi. Karalar ortaya çıktı. Ve Deniz Kraliçesi ve halkı, geri çekilen sularla birlikte, derinliklere gittiler."


"Ve şimdi geri mi geliyorlar?" diye sordu Edmure Tully.


"Evet," dedi Tyrion. "Deniz yükseliyor. Ve onunla birlikte, kadim bir krallık tekrar yükseliyor."


"Peki onları nasıl durduracağız?" diye sordu Robin Arryn.


Odaya sessizlik çökmüştü. Daenerys öne çıktı. "Ejderhalarım var," dedi. "Ateş, her şeyi temizler."


"Ateş suyu buharlaştırabilir," dedi Sam düşünceli bir şekilde. "Ama tüm okyanusları buharlaştıramayız. Ve metinlere göre, Deniz Kraliçesi ölümsüz."


"Hiçbir şey ölümsüz değildir," dedi Jon. "Her şeyin bir zayıf noktası vardır."


"Biz bulmadan önce," dedi Tyrion, "Deniz Kraliçesi tüm kıyı şehirlerini sular altında bırakabilir. King's Landing, Lannisport, White Harbor, Oldtown – hepsi tehlikede."


"Öyleyse," dedi Sansa, "onunla konuşmamız gerekiyor."


Herkes şaşkınlıkla ona baktı.


"Konuşmak mı?" dedi Yara şüpheli bir şekilde.


"Evet," dedi Sansa. "Belki de bir anlaşma yapabiliriz. Belki de savaşmak zorunda değilizdir."


Jon başını salladı. "Sansa haklı. Bilmeden bir savaşa atılmamalıyız."


"Ben giderim," dedi Daenerys beklenmedik bir şekilde. "Ejderhalarımla. Denizin derinliklerindeki tahta."


"Sular altında nasıl nefes alacaksın?" diye sordu Robin Arryn.


Daenerys gülümsedi. "Valyria'nın kadim büyücüleri, deniz altında nefes almak için büyüler geliştirmişti. Benim... danışmanlarım, bu büyüyü yeniden keşfettiler."


Konsey, Daenerys'in önderliğinde bir heyetin, Deniz Kraliçesi'yle görüşmek üzere kadim şehre gitmesine karar verdi. Ona Jon Snow, Sansa Stark ve Tyrion Lannister eşlik edecekti – Kuzey'in, Ejderhaların ve İnsanların temsilcileri olarak.


Üç gün sonra, dört temsilci King's Landing'in limanında buluştu. Daenerys, ejderhaları yanında, Jon, yanında Ghost, Sansa zarif Kuzey zırhı içinde, ve Tyrion, elinde kadim bir kitap, derin bir nefes aldılar.


"Hazır mısınız?" diye sordu Daenerys.


"Son bir soru," dedi Tyrion. "Eğer konuşma başarısız olursa, ne yapacağız?"


"O zaman," dedi Jon, kılıcını çekerek, "savaşacağız."


Daenerys parşömen bir ruloyu açtı ve kadim Valyrian dilinde bir büyü okumaya başladı. Dört temsilci, mavi bir ışıkla sarıldı ve okyanusun derinliklerine doğru yüzmeye başladılar – sanki su değil de hava içinde yüzüyorlarmış gibi.


Derinlere indikçe, kadim şehrin ihtişamını daha açık görebildiler. Altın ve mermerden yapılmış, hiçbir insan mimarisine benzemeyen, dalgalı ve akıcı hatlarla inşa edilmiş binalar. Ve merkezde, spiraller halinde yükselen, zirvesinde devasa bir kabuk tahtı olan bir kule.


Tahtın üzerinde, onları yarı kadın yarı balık bir varlık bekliyordu – üst bedeni bir kadınınki gibi, ancak alt kısmı uzun, pullu bir kuyruktu. Saçları deniz yosunu gibi yeşil, gözleri okyanus kadar derin ve sonsuzdu. Kafasında, incilerden ve mercanlardan yapılmış bir taç vardı.


"Karanın çocukları," dedi, sesi suyla dalgalanarak. "Sonunda. Benim krallığımı gasp edenler."


"Biz gasp etmedik," dedi Tyrion aceleyle. "Biz sadece—"


"Sessiz ol, küçük insan," dedi Deniz Kraliçesi. "Ben Nimue, Okyanus Ana, Suların Hükümdarı. Bu dünya bir zamanlar suyla kaplıydı, ve şimdi yine öyle olacak."


"Majesteleri," dedi Sansa, bir kraliçeye yaraşır şekilde eğilerek. "Biz barış içinde geldik. Bir anlaşma yapmak için."


"Nasıl bir anlaşma?" diye sordu Nimue şüpheyle.


"Karaların bir kısmını size bırakabiliriz," dedi Jon. "Kıyı bölgelerini. Ama iç bölgeleri bizim kalsın."


Nimue güldü – berrak ve tehlikeli bir ses. "Sizin bırakacağınız değil, benim alacağım. Sular yükselecek, karalar boğulacak. Bu kaçınılmaz."


Daenerys öne çıktı. "Ben Daenerys Targaryen, Fırtınaların Doğurduğu, Ejderhaların Annesi. Ve ben diyorum ki, bu olmasına izin vermeyeceğiz."


"Ejderhalar," dedi Nimue düşünceli bir şekilde. "Evet, onlar güçlü yaratıklar. Ama benim yaratıklarım da var."


Bir el hareketiyle, devasa gölgeler belirdi suyun içinde – Leviathan'lar, dev deniz yılanları, insan boyu denizatları ve daha önce hiç görülmemiş yaratıklar. Hepsi Nimue'nun etrafında dans ediyordu.


"Savaşmak zorunda değiliz," dedi Sansa. "İki dünya, barış içinde var olabilir."


"Barış mı?" dedi Nimue, gözleri öfkeyle parlayarak. "Yıldızların Çocukları, beni ve halkımı derinliklere sürdüğünde barış var mıydı? İlk İnsanlar karaları ele geçirdiğinde barış var mıydı? Yüzyıllar boyu bekledim, güçlerimi topladım. Ve şimdi, deniz yükselecek. Karalar yok olacak. Dünya eski haline dönecek."


"O zaman," dedi Jon, kılıcını çekerek, "bize seçenek bırakmıyorsun."


Nimue gülümsedi – keskin ve tehlikeli. "İyi. O zaman savaş olsun."


Tahtından kalktı, kollarını açtı, ve aniden tüm şehir titreşmeye başladı. Altın kuleler yükselmeye, spiraller açılmaya başladı. Ve yüzeyde, okyanuslar kabarıyor, kıyılar sular altında kalıyordu.


Daenerys, ejderhalarını çağırdı. Büyüsü, onların su altında var olmalarına izin veriyordu. Drogon ve diğer üç ejderha spiraller arasından saldırdı, Nimue'nin yaratıklarıyla karşı karşıya geldiler.


"Kaçın!" diye bağırdı Tyrion. "Yapabileceğimiz bir şey yok!"


Dört temsilci, hızla yüzeye doğru yüzmeye başladı, peşlerinde Deniz Kraliçesi'nin gazabı ve yükselen sular ile.

Harrenhal'e döndüklerinde, Büyük Konsey'e durumun ciddiyetini anlattılar. Deniz Kraliçesi savaş istiyordu, ve sular hızla yükseliyordu. Kıyı şehirleri zaten sular altında kalmıştı, ve iç bölgelere doğru akın eden mülteciler güvenli topraklar arıyordu.


"Orduları hazırlayın," dedi Sansa. "Herkesin Yüksek Topraklara doğru hareket etmesini sağlayın."


"Savaşacak yer kalmayacak," dedi Jon. "Sular her yere ulaşacak."


"O zaman," dedi Tyrion, "bir şekilde suları durdurmamız gerekiyor."


Sam, eski metinleri yeniden inceliyordu. "Burada bir şey var," dedi heyecanla. "İlk Büyük Kış sırasında, Yıldızların Çocukları, denizi geri çekmek için bir büyü kullandılar. 'Denizin Zinciri' olarak adlandırılıyor."


"Yıldızların Çocukları artık yok," dedi Jon. "Onların büyüsünü nasıl kullanacağız?"


"Belki," dedi Daenerys düşünceli bir şekilde, "belki onlar tamamen yok olmamıştır. Belki hâlâ, dünyada bir yerlerde, onların soyundan gelenler vardır."


"Bran öyle olduğunu söylemişti," dedi Sansa. "Onun son sözlerinden biri buydu – 'Onlar her zaman vardı ve her zaman var olacaklar.'"


"Peki nerede olabilirler?" diye sordu Gendry.
 
Herkes birbirine baktı, sonra aynı anda fısıldadılar: "Arya."


"Arya, Batı kıtasında Yıldızların Çocuklarının soyundan gelenlerle karşılaştığını söylemişti," dedi Jon. "Ama onu nasıl bulacağız?"


"Bulacağız," dedi Daenerys. "Bulmalıyız."


Daenerys ve ejderhaları, Arya'yı bulmak için denizlere açıldılar. Günlerce aradılar, ta ki Kardeşlik Adaları'nda, Arya ve Jaqen H'ghar'ı bulana kadar.


"Deniz yükseliyor," dedi Arya, durumu öğrendiğinde. "Jaqen bana söylemişti. Ve Batı'da öğrendiğim bir şey var – Deniz Kraliçesi'ni nasıl durduracağımız."


"Nasıl?" diye sordu Daenerys sabırsızlıkla.


"Denizin Zinciri," dedi Arya. "Ama zinciri kurmak için, Yedi Krallık'ta yedi noktaya, yedi farklı nesne yerleştirmemiz gerekiyor. Yedi Büyük Ev'den, yedi güç sembolü."


"Nedir bu nesneler?" diye sordu Daenerys.


"Stark'lardan bir kılıç," dedi Arya. "Targaryen'lerden bir ejderha pulu. Lannister'lardan altın. Baratheon'lardan bir geyik boynuzu. Tully'lerden bir balık pulu. Arryn'lerden bir şahin tüyü. Ve Martell'lerden bir mızrak ucu."


Daenerys başını salladı. "Ve bu nesneleri nereye yerleştireceğiz?"


"Yedi kadim nokta," dedi Arya. "Winterfell'deki ağaç. Dragonstone'daki volkan. Casterly Rock'taki mağara. Storm's End'deki kule. Riverrun'daki göl. Eyrie'deki zirve. Ve Sunspear'daki çöl."


Plan hızla yapıldı. Tüm Büyük Evler, gerekli nesneleri temin etti. Yedi takım oluşturuldu, her biri bir noktaya gitmek üzere: Jon, Winterfell'e; Daenerys, Dragonstone'a; Tyrion, Casterly Rock'a; Gendry, Storm's End'e; Edmure, Riverrun'a; Robin, Eyrie'ye; ve Dorne Prensi, Sunspear'a.


Arya ise, Harrenhal'de kalıp, büyüyü koordine edecekti. Jaqen ona yardım edecekti – Çok Yüzlü Tanrı'nın son hediyesi, suların yükselişini durdurmak olacaktı.


Herkes pozisyonlarını aldı. Sular hızla yükselmeye devam ediyor, Westeros'un büyük bir kısmı tehdit altında kalıyordu. Ve derinlerden, Nimue'nun ordusu yükseliyordu – deniz yaratıkları, yarı insan yarı balık varlıklar, ve dev Leviathan'lar.


Arya, Harrenhal'in en yüksek kulesinde, kadim bir şarkı söylemeye başladı – Batı kıtasında öğrendiği, Yıldızların Çocukları'nın dilinde. Jaqen, çevresinde dans ediyordu, yüzleri sürekli değişiyordu – sanki tüm yüzleri, tüm ruhları bir araya getiriyordu.


Aynı anda, yedi noktada, yedi kişi nesneleri yerleştirdi ve aynı şarkıyı söylemeye başladı. Gökyüzü karardı, fırtına bulutları toplandı. Ve aniden, mavi ışık sütunları yedi noktadan gökyüzüne yükseldi, ortada, Harrenhal'in üzerinde birleşti.


Işık, büyük bir halka oluşturdu – Denizin Zinciri. Zincir, okyanusu çevreleyen görünmez bir duvar gibi, suların daha fazla yükselmesini engelledi. Ancak halihazırda yükselmiş sular geri çekilmedi.


"Çalıştı!" diye bağırdı Arya sevinçle.


"Yalnızca geçici olarak," dedi Jaqen ciddi bir şekilde. "Zincir, suları tutuyor. Ama Nimue hala güçlü. Zinciri kırmak için her şeyi yapacaktır."


Ve haklıydı. Denizin derinliklerinden, Nimue'nun öfkeli çığlığı duyuldu. Kadim şehri yüzeye yükseltti, artık tamamen görünür halde, King's Landing'in karşısında, sular üzerinde duruyordu. Ve şehirden, ordusu saldırıya geçti.


"Nimue'yu durdurmamız gerekiyor," dedi Arya. "Kalbi bulmalıyız."


"Denizin Kraliçesi'nin kalbi mi?" diye sordu Jaqen.


"Evet," dedi Arya. "Her gücün bir kaynağı vardır. Onun gücünün kaynağı nedir?"


Jaqen düşündü. "Batı'da keşfettiğin kıtada, şaman ne demişti?"


Arya'nın gözleri parladı.

- Devamı gelecek.
 
Üst